İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yakın tehdit, kısa vadeli borçlar: Düşük tasarrufla borcu çevirmek zor

Bugünün gündemine oturan Gezi Parkı olayları, yakın zamanın da ekonomi gündemini belirleyecek. Olaylar yaşanırken, buna neden olan etkenlerin başında “ekonomik sorunlar”ın olduğu, olayın sadece çevre ve ağaç kıyımı olmadığı, tüm çevreler tarafından genel kabul görüyor. Toplumsal gerilime neden olan ekonomi politikalarındaki temel yanlışlar, ?Etkin Yurttaşlık Derneği? tarafından düzenlenen panelde ele alındı. “2013 Türkiye’sinde Borçlanma – Kalkınma ve Doğru Stratejiler” konulu panelin açılışında konuşan Etkin Yurttaşlık Derneği Başkanı Bülent Soylan, Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz” sözüne atıfta bulunarak, özellikle ekonomi konularında vatandaşların bilgilendirilmesi gerektiğini söyledi. Soylan, kendi düşüncesini oluşturmak isteyen her yurttaşın, farklı ve doğru bakışını oluşturmasına katkı sağlamak amacıyla bundan sonra bu tür etkinlikler düzenleyeceklerini ifade etti.

Moderatörlüğünü televizyon yapımcısı, Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Yönetim Kurulu Üyesi Çetin Ünsalan’ın yaptığı Etkin Yurttaşlık Derneği’nin ilk panelinin konuşmacıları, Türkiye ekonomisi konusunda deneyimli isimlerden Maliye kökenli eski Planlamacı Nafiz Ekzen, Maliye eski Müsteşarı Ertuğrul Kumcuoğlu ve Merkez Bankası eski Başkan Yardımcısı Aydın Esen oldu. Gazeteci Çetin Ünsalan, Gezi Parkı’na katılımın da ilk gece çok az olduğunu ama daha sonra katılımın çığ gibi büyüdüğünü hatırlatarak, ekonomik sorunları tartışma gündemine alacak etkin yurttaşların da giderek çoğalacağını savundu.

Tartışmalı büyüme unutturulmak istenen kalkınma

Etkin Yurttaşlık Derneği panelinde, borçlanmanın tarihi nedenlerini, makroekonomik tahlilleriyle tanınan ekonomist Nazif Ekzen anlattı. “Meşhur 1838 tarihli İngiliz-Türk Ticaret Anlaşması’nı milat olarak alırsak, Türkiye’de hep bir dış kaynak açığı sıkıntısı olduğunu görürüz” diyen Ekzen, kaynak sıkıntısı nedeniyle ilk borçlanmanın da 1850’lerde olduğunu hatırlattı. Ekzen, “Borçlanma imkanını sürdüremediği için Osmanlı’nın iflası gelmiştir. Osmanlı borçlanmasında böyle bir şey yaşanmıştır. İflas eden, tek başına Osmanlı da değildi. O tarihte dokuz ülke daha iflas etmişti. Duyun-i Umumiye de sadece Osmanlı’da kurulmamıştı” diye konuştu. Borçlanmanın Cumhuriyetle beraber içe kapalı nitelik aldığını belirten Ekzen, “Borçlanmanın, 1950’lerden sonra devletten devlete borçlanma şeklini aldığını görüyoruz. Borçlanmada en önemli değişiklikler ise 1980’lerde olmuştur. Türkiye daha önce yaşamadığı bir döngünün içine girmiştir. Bundan sonra kalkınma artık konuşulmuyor, büyümeden bahsediliyordu, büyüme ise uluslararası piyasalardan yapılan dış borçlanmayla onlara çok sıkı bağlantılı hale geldi” dedi.

Tasarrufları en fazla düşen ülke Türkiye

1995’ten sonra ciddi bir yurtiçi tasarruf eğilimi düşmesi sorunu yaşandığına dikkat çeken Nazif Ekzen, “1938’den bu yana bahsettiğimiz kaynak sıkıntısı içinde en çarpıcı sonuç bu oldu. IMF’nin ortaya koyduğu yurtiçi tasarruf oranlarının seyrine ilişkin 2012 yılı VI.md inceleme raporunda yer alan değerlendirme çok çarpıcı? Bu tasarruf oranlarıyla Türkiye’nin değil kalkınmasını, büyümesini bile sürdürmesinin imkanı yoktur. Yurtiçi tasarruf oranları IMF?in hazırladığı tablolarda da görüldüğü gibi dramatik bir şekilde düşüyor. Türkiye tasarruflarını en ciddi biçimde düşüren ülke ” dedi.

1995’lerden itibaren tasarruflarda başlayan bu düşüşün, giderek artan dış kaynaklı kısa vadeli sermaye ile karşılanmaya çalışıldığını belirten Nazif Erken, “Yurtiçi tasarruf oranı yüzde 12-13’lere düşmüştür. Bu oranlara yakın büyüklükteki kaynağı da dışarıdan aldı. Ancak bugün dışarıdan kaynak bulmak o tarihteki gibi kolay olmuyor. Türkiye’nin borçlanma tablosunun, çok hızlı yükselen bir yük getirdiğini görüyoruz. 2008 krizinden sonra, ‘kriz bizi teğet geçti’ demenin açık bir maliyeti olduğunu görüyoruz. Kısa vadeli borçların  toplam dış borçlar içindeki payının neredeyse yüzde 50’lere kadar yükseldiğini görüyoruz. Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’nin çok ciddi bir kısa vadeli dış borç ve bunun finansmanı sorunu var. Büyüme için giderek zorlanılan bir sürece girildi. Büyümeyi yavaşlattığın zaman da o borç yükünü tasfiye edecek, gelir yaratma sorunu başlıyor. Ancak bunun bir çıkışının olması gerekiyor. Büyümede yüzde 2’ler 3’lerden bahsediliyor ama bu kalkınmaya yetmiyor” diye uyardı.

Ekzen, bölgesel kalkınma ajanslarının bulundukları yerlerde yanlış ve yetersiz proje seçimleri nedeniyle gereksiz ve yanlış kaynak tahsisleri yaparak kaynak israfına neden olduklarını da söyledi.

Temel zayıflık düşük tasarruf oranı

Türkiye’nin geleceğinde görev almak isteyenlerin sorunlarından birinin ‘tasarruf oranı’ olduğunu belirten Maliye Bakanlığı eski Müsteşarı Ertuğrul Kumcuoğlu, bunun yeni bir olay olmadığını söyledi. Ekonomi yönetiminde pek çok önemli görevlerde bulunmuş olan Kumcuoğlu, “Türkiye’de toplam tasarrufların milli gelirin altına düşme olayı AKP ile başlıyor. Başbakan’ın sürekli toplumun gözünden düşürmeye çalıştığı üçlü koalisyon döneminde bile bu kadar düşük değildi” dedi. Üçlü koalisyon döneminde büyük depremler yaşandığını hatırlatan Kumcuoğlu, “Buna rağmen tasarruf oranı yüzde 19’un altına düşmemişti” diye hatırlattı. Düşen tasarruf oranının bugün temel zayıflık olduğunu vurgulayan Ertuğrul Kumcuoğlu, AKP’nin Maliye eski Bakanı Kemal Unakıtan’ın da basına yansıyan konuşmalarından, tasarruf sorununun farkında olduğunu belirterek, “Bugüne gelindiğinde de maalesef iyimser bir noktada düşünemiyorum. Büyüme oranlarının sürdürülebilirliğini tehdit eden unsurlara değiniyorlar. ‘Gerektiğinde’ gibi muğlak ifadelerle geçiştirmeye çalışıyorlar. İşin farkına varıp da tedavisi için önlem alınmadığını görüyoruz. Tasarruf sorunu için çözüm aramak yerine, farklı gündemlerle, başka olaylarla uğraştıklarını görüyoruz” dedi.

Tasarruf oranının önemli bir gösterge olduğunu, bu göstergenin de bir ülkenin bağışıklık sistemi gibi olduğunu belirten Ertuğrul Kumcuoğlu, “Tasarruf oranı düşük olduğu için mi yoksa likidite bolluğunda dışarıdan borç bulmak kolay olduğu için mi borçlanılıyor” diye sordu. Kumcuoğlu, “Amerika?nın Merkez Bankası böyle hızla para basmaya devam ederse, dışarıdan para bulmak elbette kolay olacak. Bu hükümetin şansı oldu. Ancak bu oyun sona erdiğinde, bağışıklık sisteminde ciddi zaafiyet olacak” diye belirtti.

‘Anadolu Aslanları kendi zeminleri kayıyor farkında değil!’

Kumcuoğlu, iç göç sorununa da değindi. ?Türkiye’de çok yoğun nüfus kayması var, Anadolu kendi içinde göç veriyor. Anadolu Aslanları, gazetelere ilan vermiş, hükümetin ekonomisini destekliyorlar, Gezi Parkı olaylarının ekonomiye zarar verdiğinden bahsediyorlar ama kendi durumlarının farkında değiller. Türkiye’de çok yoğun göç yaşanıyor. Göç vermek ne demek? Ekonominin zayıflaması anlamına gelir bu. Bunlar, başlarına gelenin farkında değil. O aslanların bölgesi Adana göç veriyor, Yozgat göç veriyor, Denizli, Konya, Sivas, Trabzon, Muş? Erzurum, Erzincan göç veriyor. Son bir kaç senedir Anadolu Aslanları’nın altındaki zemin ayaklarının altından kayıyor, bunlar bunun farkında değil” diye belirtti. Göç alan illerin İstanbul’un çevresinde toplandığını belirten Kumcuoğlu, “Çok ilginç bir şekilde nüfus İstanbul’un çevresinde toplanıyor. Türkiye’nin kalkınması kavramı kalkmış, İstanbul?daki büyümenin çevresine odaklanılmış” diye konuştu.

Havadan 700 lira!

Cari açık sorununa da değinen Kumcuoğlu, son yıllarda halkta sanal bir ‘refah duygusu’nun hakim olduğunu söyledi. Nedeninin cari açıktan kaynaklandığını belirten Kumcuoğlu, bunu şöyle anlattı:

“90 milyar dolar cari açık var. Nüfusa oranlarsak bu adam başına 1200 dolar yük anlamına geliyor. Bu rakamlar aile başına 700 lira üretmeden tüketme imkanı veriyor. Çalışmadan para kazanma imkanı veriyorsunuz adama, bu tam bir illüzyon! Ancak aileler bir şekilde bunun farkında olmaya başladı. Borç borcu getiriyor. Onun sonucunda da Gezi Parkı olayları oluyor.”

Kumcuoğlu, Gezi Parkı nedeniyle Avrupa Topluluğu’ndan gelen eleştirilere Başbakan Erdoğan’ın verdiği cevaplardan, AB üyeliğinin istenmediği şeklinde bir mesaj çıktığını da hatırlatarak, “Eğer AB’ye tam üye olunmayacaksa, gümrük birliği bu haliyle devam edemez. Türkiye gümrük birliği sözleşmesinin altına, Avrupa Birliği’ne tam üye olacağız diye imza attı” diye uyardı.

‘Hasta ekonomiyi kortizonla makyajlıyorlar’

SPK Başkan Vekilliği, Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı gibi görevlerden bulunan panelist Aydın Esen de, ekonomiyi yöneten siyasetçilerin algılarına vurgu yaptı. Ağustos böceği sesi ile para tıngırtısının farklarını ortaya koyan meşhur kızılderili fıkrasına atıfta bulunan Esen, “İnsan beyninde ne varsa ona önem veriyor, ona odaklanıyor. Türkiye’yi uzun süredir yönetenler, ne düşünüyorlarsa ona dikkat ediyorlar. Yönetmeyi rant olarak görüyorlar. İnanç kökenli yöneticiler yaşamdan sonra hesap vermeyi düşünürken, ticaretten gelenler, anlık düşünüyorlar. Oysa bugün Türkiye ekonomisi hasta. Bir olumlu görüntü var ama bu olumlu görüntü kortizonla sağlanıyor. Bugün Türk ekonomisinde sıcak para, başbakanın sosyal medya için kullandığı sözcük ile anlatılırsa tam bir ‘bela.’ Dışarıdan bakınca ekonomi iyi gözüküyor. Yanaklarımız kırmızı ama içeride karaciğer çökmüş, böbreklerde sıkıntılar var. Umarım yanaklarda artık sıhhatli kırmızılık olur” diye ekonominin durumunu ortaya koydu.

‘Kapitülasyon ürettirmiyor, ithale yöneltiyor’

Bugün aslında Türkiye’de kapitülasyonların olduğunu savunan Aydın Esen, “Yüksek faiz, değerli kur aslında bir kapitülasyon mekanizması olarak kullanılıyor. Bu anlayış, bizim üreticilerimiz için, 19. yüzyılda Osmanlının verdiği kapitülasyonun sonuçlarını doğuruyor. Üretici üretemiyor, ithale yöneliyor” diye konuştu.

Gezi Parkı olaylarının ekonomik boyutunu Başbakan Erdoğan’ın “faiz lobisi” sözü ile kabullendiğini belirten Aydın Esen, “Son günlerde Gezi Parkı ile düşüp kalkıyoruz, Başbakan ‘faiz lobisi’ dedi ama buna açıklık getirmedi. Faiz lobisi ile faize karşı alerjisi olan tabanına bir mesaj veriyor. Dış dünya bizi yakından gözetliyor. Gezi ile ilgili yorumlar siyasi değil ekonomik sorunlarla ilgili? Güven ve istikrar mutlaka ve mutlaka verilmesi gereken imajlardır. Son dönemlerde bir takım rakamlar açıklanıyor, hepsi tek taraflı ama? Büyüme dediğimiz rakamlar bir yerde toplanıyor, gelirin kaymağı bir kesime gidiyor” diye belirtti.

Esen, Başbakan’ın bahsettiği 134 milyar dolarlık Merkez Bankası rezervlerinin önemli kısmının bankaların karşılıkları, 21 milyar dolarının ise altın olduğunu hatırlatarak, “Bu 21 milyar tabiri caizse kefen parasıdır. Bunu kullanamazsınız” dedi. Merkez Bankası’nın ‘ekonomiye yardımcı olma’ amacının, ‘fiyat istikrarı sağlama’ şeklinde değiştiğini de ifade Esen, “Bu uygulanan para politikalarının farklı olması anlamına geliyor. Uygulanan politika da sıcak parayı çağırıyor. Sıcak para batağına girişin nedeni burada yatıyor” diye hatırlattı.

‘Büyümesiz gelişmeye önem vermemiz gerekiyor’

Paradan para kazanma döneminin bitmesi gerektiğini savunan Aydın Esen, “Ülkenin doğusunda sanayileşme kalmadı, tarım ve hayvancılık bitirildi. Bütçe gelirlerinin üçte ikisi dolaylı vergilerden geliyor, sürdürülebilir denge yok. Büyüme dengeli bir yapıda değil? Paradan para kazanma modeli yerine, üretim odaklı bir esasa geçilmesi ve yönlendirilmesi lazım. Eğer bu büyüme dengeli bir şekilde değilse, şişme olur. Bunun da siyasi ve sosyal sonuçları olur. Artık, belki de büyümesiz gelişmeye, yatay gelişmeye önem vermemiz lazım. Büyüyeceğiz diye, belli grupların elinde sermaye toplanması sağlanıyor? dedi.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın